Cevat Şekerbegoviç ile keyifli bir röportaj

Beşiktaş Genel Kurul Üyesi Andrew Simes, Siyah-Beyazlı taraftarların gönlünde ayrı bir yeri olan Cevat Sekerbegoviç ile özel bir röportaj gerçekleştirdi.

Cevat Şekerbegoviç ile keyifli bir röportaj
A+
A-
27 Haziran 2021 18:59

AS: Öncellikle Dzevad Secerbegovic, ya da Türkiye’de seni tanıdığımız isim Cevat Sekerbegoviç, kimdir?

DS: 1955 Gornji Rahiç’te doğdum. Bu küçük yerde tüm Yugoslav halkları barış içinde yaşardı ve halen çok farklı bır yapısı vardır. Ama küçük olmasından çok refah yaşayan bir yer değildir. Yine de benim ailem çoğu aileden daha iyi durumdaydı. Bunun en iyi örneği büyük bir arka bahçemizin olmasıydı ve ben burada futbola başladım. Sporcu bir aileden geldim. İki ablam koşucuydu, ağabeyim ise amatör futbolcuydu. Onların teşvikleri ile futbol her geçen gün daha benimsedim. Nihayet 15 yaşında ailemin yanından ayrılıp Tuzla’ya ve daha ciddi bir futbol piyasasına gittim.

AS: O günlerin Yugoslavya’sında yaşamak ve futbol oynamak nasıl bir şeydi?

DS: Belki artılarımız çok değildi, ama Yugoslavya’da ihtiyaç duyduğumuz her şeye sahiptik. O zamanın insanını memnun etmek için çok şeye ihtiyaç yoktu. Çok güzel kenetlenirdik. Bugünlerde herkes birbirinden çok kopuk. Yugoslavya ligi Avrupa’da en iyi beş ligi arasında gösteriliyordu. Nitekim bugün de baktığınız zaman dünyada Brezilya’dan sonra en fazla futbolcu ihraç eden ülke toplasanız Yugoslavya’dır. Bu yüzden yurtdışına gitmeye de çok gerek yoktu. Zaten o zamanlar bir yasa vardı, 28 yaşından önce ülkeden çıkamıyordun. Barcelona ve Real Madrid bu yasağı delip özel izin almaya çalıştılar benim için ama olmadı. On sene boyunca Sloboda Tuzla ve milli takımda her yaş grubunda oynadım. Sol kanattım, yani eski deyiş ile sekiz Numara. 1976’da UEFA kupasına ilk defa gitmeye hak kazandık. Bu bizim en büyük başarımızdı. 1978’de Yugoslavya’da en değerli oyuncu seçildim. 1980’de Moskova’da düzenlenen Olimpiyatlarda dördüncü olan milli takımda oynadım. 1982’de İspanya’da düzenlenen Dünya Kupasına gitmeye hak kazandık. Elemelerde banko oynamıştım ama sonra sakatlanarak bu turnuvaya gidemedim. Ama en büyük başarım bunlar değil, hatırlanmaktır. Sağolsun yaşı yeten Beşiktaş taraftarları ve sizler beni asla yanlız bırakmıyorsunuz.

AS: Beşiktaş’a gelişiniz nasıl oldu? Geldiğinizde nasıl bir ortam buldunuz?

DS: Beşiktaş teklifi gelmeden önce üç Alman takım ile görüşüyordum ve bunlarda Hertha Berlin ve Stuttgart bana daha çok para teklif ettiler, Beşiktaş ise bana aşık olmayı teklif etti. Beşiktaş’ın Yugoslav teknik direktörü öyle demişti bana. Taraftarlardan bahsetmişti ve ben de bir an önce ülkemi ve Boşnakları en iyi şekilde temsil etmek istedim bu futbol diyarında. İstanbul’u büyük ama misafirperver buldum. Çok fazla gezme imkanı bulamadım ilk başta çünkü antrenmanı bayağı abartmışlardı. Ama 15 Temmuz’da yaşgünümü kutlamak için oyuncular aralarında para toplayıp bana pasta almışlardı. İlk defa böyle bir şey ile karşılaştım. Yaşgünümü öğrenme zahmetine girdiler, yetmezmiş gibi, kendi ceplerinden bana hediye almışlardı. O zamanlar şimdiki gibi değil, kulüp yaşgünü için özel bir şey hazırlamazdı. O an anladım ki bir kulübe değil bir aileye geldiğimi.

AS: Beşiktaş’ta oynamak nasıldı?

DS: Hayatımın en güzel yıllarıydı diyebilirim. Her ama her oyuncu tüm oyuncular ile arkadaştı. Kendi kabiliyetlerine değil birbirlerine güveniyorlardı. Bu şekilde takım potansiyelin üstüne çıkmıştı. Takımın adeta bir ruhu vardı. Yokluk içinde başarı başka bir şey.

AS: Sıradaki soruyu sormakta çok tereddüt ediyorum. Zira hoş bir anı değil…

DS: Sanırım Fenerbahçe karşısında kaçırdığım pozisyondan bahsediyorsunuz. Ben korkak değilim, gerçeklerden konuşmaktan kaçmam. Fenerbahçe ile şampiyonluk için çekişiyoruz ve bir nevi final oldu o maç. 2-2 bitti ama o golü atsam 3-2 alacaktık ve şampiyon olacaktık. O hayatımın en zor anıydı. Net ve tartışmasız. Zaten videosunu seyrederseniz görürsünüz, golü kaçırdığım an yere yığıldım. Koskoca bir erkeğin yıkılışıdır o. Takımı çok sevdiğim için üzüldüm, başka bir sebebi yok. O pozisyondan sonra futbolu bıraktım zaten. (ağlamaklı bir şekilde anlatıyor) Biliyor musunuz o golü her gün gözlerimde canlandırıyorum ve tekrar tekrar atıyorum, ama o gün atamadım. Sonradan duydum ki insanlar “Secerbegovic o golü atsa, dünya çok farklı bir yer olurdu” dediler. Gerçekten doğru bence. Beşiktaş farklı bir yerde olurdu, ve ben de üzgün bir ihtiyar olmazdı.

AS: Stankovic ve Milic ile çalışmak nasıldı?

DS: Stankovic uzun ve sert idman yaptırırdı. Milic ise bakış açımı değiştirdi. Sadece güzel sözler kullanırdı ve bu şekilde bir futbolcudan maksimum verimi alıyordu. İnsanlara emir vererek değil, saygı göstererek yapıyordu bunu. Bana şut çekmeyi ilk o söylemişti.

AS: Peki efsanevi başkan Süleyman Seba nasıl biriydi sizin için?

DS: Bende büyük bir etki bırakmıştı. Kaçırdığım o meşhur pozisyon sonrası önüme sözleşme koymuştu. “Beşiktaşı senin gibi sevenler lazım bize” demişti. Çok ikna etmeyi çalıştı ama ben Beşiktaş’ı yüzüstü bırakmıştım bir kere, geri dönemezdim.

AS: Stadımızda taraftarlarımızın önünde oynamaktan bahsedebilir misiniz?

DS: Bunu en iyi bir hikaye ile özetleyebilirim. Yugoslavya’nın en iyi forvetlerinden ve milli takımdan arkadaşım Zlatko Kranjcar Rapid Wien’de oynuyordu ve bize karşı oynamak için İstanbul’a gelmişti. Maç başlar başlamaz taraftarların yarattığı o muazzam ses sonrası durup bana baktı “bu normal mı” diye sormuştu, “hayır, daha ısınıyorlar” demiştim. Gözlerindeki çaresizlik ifadesini anlatamam.

AS: Unutamadığınız maç hangisi?

DS: Fenerbahçe’yi yendiğimiz kupa maçı. Galatasaray’a 3-1 yenildiğimiz maç, çünkü hayatımın golünü atmıştım, Simoviç kendine gelemedi. 1983’te Kocaelispor maçı çünkü Beşiktaş takımın tarihteki 1000. golünü atmıştım.

AS: Unutamadığınız oyuncular hangileridir?

DS: Johan Cruyff tabii ki benim zamanımın en iyi oyuncusuydu. Yugoslavya’dan Dragan Dzajic’I tek geçerim. Kendisi milli takımda yedeğim olarak başladı ama tabii ki ondan sonra efsane oldu.

AS: Beşiktaş’tan eski takım arkadaşlarınız ile görüşüyor musunuz?

DS: Adem, Samet, Fikret, Ziya ile çok yakındım. Çoğu ile 2014’te tekrar bir araya geldim. Sağolsun Beşiktaş belediyesi Bosna’daki doğal afet sonrası bir gösteri maçı düzenlemişti. Eski Yugoslav ve Türk oyuncular karşı karşıya gelmişti, bu etkinlikte bir şans yakaladık eskiyi yad etmek için. Sonra Beşiktaş’ın 100.yıl etkinlikleri için tekrar geldim. Ama çok mutlu olamadığımı hatırlıyorum çünkü anı yaşamak yerine, eninde sonunda tekrar ayrılmak zorunda olacağımı düşünüyordum ve bu beni çok üzüyordu.

AS: Türkiye’den en çok neyi özlüyorsunuz?

DS: Özlenmeyecek bir şey yok, keşke daha fazla kalabilseydim. Ama kesinlikle yemeklerin yeri ayrıydı.

AS: Formanızı saklıyor musunuz?

DS: Eski formamdan bahsediyorsanız, onu çok güvenli bir yerde muhafaza ediyorum. Ama halen yeni formalardan satın alırım. Bazılarını torunum giyer arkadaşlarına hava atar, bazen de ben soğuğa rağmen montumun üstüne geçiririm ve şehirde öyle gezinirim.

AS: Beşiktaşımızı takip ediyor musunuz?

DS: Televizyon maçları gösteriyor ama canlı olarak değil. Neyse ki internet var. Çok iyi kullanamassam da, futbol aratmayı becerebiliyorum.

AS: Şimdilerde neler yapar Secerbegovic?

DS: Çocuklarım ve torunlarım ile vakit geçirmeye çalışırım. Kızım Nina profesyonel bir tenisci, onu destekliyorum. Avrupa’da gençlerde üçüncülük elde etti, genç Olimpiyatlara katıldı. Hatta bir ara İstanbul’da okudu. Soyadı yüzünden herkes onu tanımış! İlk takımım Sloboda’nın stad sorumlusu olarak çalışmaya devam ediyorum. Ofisimi görseniz, sanırsınız İnönü stadın sorumlusuyum!

AS: Taraftarlarımız için bir mesajınız var mı?
DS: Onları çok, çok, çok ama çok seviyorum.

Röportaj: Andrew Simes

ETİKETLER:
YORUMLAR

  1. Maruf Babaoğlu dedi ki:

    Çok teşekkür ederim sevgili Andrew. Kaçan o golü ben ve o döneme tanıklık eden hiçbir Beşiktaşlı da unutmadı eminim. Ama sevgili Şekerbegoviç’in bu kadar etkilenmesi beni çok üzdü. Kendisiyle iletişim kurma olanağınız olursa; taraftarın sevgisinin Ona helal olduğunu (en azından benim) söyler misiniz.